6 Aralık 2015 Pazar

Portakal AĞaçları

Kış geldiğinden değil,
Güneşimi söndürdüğünden.
Kış geldiği için içilen vodka hiç değil,
Güneşim tutsak ve soğuk.
Söndürdün güneşimi
bir bir
iki iki
yüz yüze gelemeyişlerimizle.
Kendimi eskiden söküp,
avuç içlerine yerlestiremeyişlerimle.
Her haziran varoşlarımızı,
bir kasıma tükenişime.
Kolay bir hüzündür,
portakal ağaçlarından bana bakmak.
İçime çektiğim hüznünden kalan,
birikmiş küllüğe özlemimdir.
Avuç içlerine ait olamamaktır,
izmaritten odam.
Avuç içlerimde
bir devlet;
Her gün beni gaza boğan,
attığım senli sloganları duyamayan.
Bana masal anlatma.
Her şehir gibi öldürdün beni
Portakal ağaçlarında astın,
Bir sahil kasabasında unuttun,
Mezar taşı diye gökdelenleri diktin başıma.
Günün ölümünü önerdin bana,
adisyonlar hüzün dolu,
ceplerimde bozuk günahlarımız var;
akşamüstü yolculuklarım,
birlikte ıslanmarımız,
yaşamın ucuna yolculuklarımız,
gece sessiz sevişmelerimiz...
Her sabah
portakal ağaçlarından bakarken,
içtiğin her kahve
kestiğin bir bilet için,
biletçisine küfreden adamın anılarına;
Ne son ne de ilk perde.

11 Kasım 2015 Çarşamba

Bu gidiyorum

Kafkasların bilmem neresinden devşirilmiş kadının dediğine göre;
Bu topraklarda her şey sonradan gelir.
Toprakların bu kadını da sonradan gelir.
Geldikten sonra hiç sevilmez yine bu kadın bilir.
Bu kadın konuşmayı iyi bilir.
Ölüm de sonradan gelir.
Gerisini bu topraklar bilir.
Bu topraklar ölümle gelir.
Öldürmeyi iyi bilir.

Orgazmı bacak arasında arayan topraklar,
bacak arası edebiyatı yapan kahvehaneler,
meydanlar,
sokaklar,
sevişmeler; tanrıya küfürmüş sayanlar
Kafkasların bilmem neresinden devşirilmiş kadının dediğine göre;
Orgazm; bir kadının hissedemediklerini hissetmektir.
demeye düşünemeyen erk.
Her şey gibi orgazm da sonradan gelir.
Yada orgazm gibi yapılır,
kadın bilir.

Şengal'de bir çiçek açar.
Kafkasyalı güneşi koklar.
Şengal'de bir cicek açar.
Boğazım düğüm düğüm
Sesimde çok sesli bir gam.
Kafkasların bilmem neresinden devşirilmiş kadınına göre
Şengal'de çiçeklerde sonradan açar.
Gordion yanık et kokar.


Bu topraklarda her şey sonradan gelir.
Sadece sen benden ilk gidersin.
Oysa seni sevmem toplumu meşru kılar.
Ve gitmen beni dile indirger
Ah Muhsin Ünlü
Gidiyorum bu...

7 Aralık 2014 Pazar

MAVİ VE KADIN

Hoşgeldin  mavi mavi gülümserdin
Hoşgeldin  yaşamak güzel derdin.
Ten kafesine nice kokuşmuş yüreklere inat
cızırtılı müzik
kitap kokusu ve sayıklamalarım  hoşgeldin.
Dünya artık  sen kokuyor.
Bize çok  şey vadeden tanrılar,
hep sen kokuyor.
Sen kokuyor şiirler.
Cemal  Süreyya, Edip Cansever sen kokuyor.
Tüm sanat camiası seni kanıtlıyor.
Nasılda kanıtlamıştın kendini
herkese selamlarcasına
tıpkı bir çiçeksin kırmızı ve mavi kokan
kendine kraliyetini kurmuştun
taç yapraklarından.
Nasılda kanıtlamıştın kendini,
şiirler arasında kalarak
beni şair,
kendini şiir olarak yaratarak.

Nasılda kanıtlamıştın kendini
mavi  ve ölümsüz,
hatta bir prenses ve anarşist olduğunu.
Yalancı ve gururlu gülümsemelere inat,
gülümsedin yine
mavi yine mavi.
Sen gülümsedin ben  denizi unuttum.
Cemal Süreyya yine senden bahsetti.
Sen mavi oldun,
ben bir sahil  kasabasında
sokakları denize çıkmayan yollarda yürüdüm.
Yürürken en hüzünlü şiirimi yazabilirim,
ve şöyle derim.
'' Mavi ve kadın''
göğe bakarım.
Alır paylarını düşen acıyı çocuklar bu  dünyada çocuklar
açlıktan ölürler.
Sen ise '' Büyüyünce ne olacaksın?'' sorusuna
cevabım oluverdin.
Hayat her zaman berbattır,
fakat bu hayatta en popüler var olma biçimimdir,
sen ve gülümsemen, yaşamak güzel demen.
Evet kadın
kuşları  severim  ben,
ve siz benim  gökyüzümsünüz.
Evet kadın
eski köprüleri  severim  ben
buluşup, mehtabı izlediğimiz.
Cumartesi  günleri gelir buluştuğumuz.
sonra gökyüzü gelir
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak  derim.
Yağmurda ıslanan saç tellerinde kalır aklım.
Sendeki saç teli gibi böyle saç  teli  görmedim  ben.
Her telinin içinde ayrı bir kalp  çarpıyor.
Böyle saç teli  görmedim  ben,
elimi şair kılan.
Bazen birden aklıma geliyorsun ya,
öyle olsun istemiyorum
kasıtlı olarak  düşünmek istiyorum  seni.
Nasılda istiyorum bir bardak  su  gibi,
baş  ucunda olmayı.
Her akşam olduğu gibi,
bu  akşam yine,
yoğun istek üzerine
sana şiirler yazıyorum.
Her akşam olduğu olduğu gibi,
bu şiirde seni yoğun olarak özlüyorum seni.
Yürüyüşlerin en güzelidir kalp.
Evet
Ütopyadaki kadın
orada kal
gerçekler çirkin
ütopyalar güzeldir.



8 Şubat 2013 Cuma

O kadın meta değil!

   Yaklaşık 1.60 boylarındaki yalnız kadının, bana ulaşmak için parmak uçlarının üzerinde durma çabası, ona ait olma arzumu  daha da körüklüyor. İnsanoğlu çaba göstermemeyi yada en az çabayı göstermeyi seçerek hayatlarını yön veremezken, bu kadın aydınlığa doğru yönünü çevirdiğinin acaba farkında mıydı?  Ayrıca bir aşağı yukarı çıkan göğüs kafesi; yalnız bedeninde bulut bulut yayılan özgürlüğün ritmik hareketlerinin görüntüsünden başka bir şey değil ve dudaklarındaki çilek tadını daha aklımdan atamamışken; teninin dalından yeni koparılmış taze meyve kokusu nereden çıkmıştı. Özgürlüğün tadını aldıkça bugüne kadar tutsak benliğimi ne kadar gereksiz acı  çektirdiğimi farkına varıyorum.

   Özgürlüğümün elimden alındığı anlar bir bir aklımı kurcalıyor. Fazla değil bugün katıldığım kariyer günleri kapsamında yapılan sertifika programı;  nacizane fikrimle insan ticaretinin yapıldığı, insan ırkının metalaştığı ve meta olmanın önemi  sürekli vurgulandığı gösterişli sahneler hatta insanların birbirlerini ezerek efendilerine en güzel öz geçmişlerini sundukları yerler aklımda.
   
   Salonda kendime uygun bir yer bulup oturuyorum. Herkesin elinde not defterleri ve kalemleri. Önceden herkes için belirlenmiş kariyer yollarından birini seçip, hayatlarını yön  verdiklerini sandıkları notlara sarılıyorlar. Ayrıca bize sundukları  her zaman en üstteki kişilerdir ve herkesin o  en üstteki kişi olacağı yalanını yuttururlar. O piramidin en üstündekinin altında yer alanlardan söz etmeye gerek duymazlar.
    
   Efendimizden bir soru geliyor...
   + '' İnovasyon  nedir?''
   Çeşitli cevaplar geliyor. ''yenilik'',''yeni fikir''.... vs. Ama efendi bunlardan memnun kalmıyor ve doğru olmadığı söylüyor.doğrusunu şöyle açıklıyor.
   + '' Ben eğer bu  yeni  fikirden para kazanamıyorsam, buna inovasyon demem...''
   
   İşte istenen yeni insan ırkı; özgür düşünceden yoksun ve sadece inoatif düşünen insan ırkı. İstenen dünya ise fikrin metalaştığı ve satıldığı  meta dünya. Bilimden sanata her şeyin sadece para kazandırdığı bir devirdeydim. Bu yüzden yalnızdım. Para kazanmak için değil sadece özgür olduğum için düşünüyorum. Yalnızlık çok  daha farklıydı çünkü tarihsel bir süreçte meydana gelen paradigmaları evrensel boyutta baktırıyordu. İçinde bulunduğum paradigmalardan   bir kadının yalnızlığıyla kurtuluyorum çünkü o kadın meta değil...   
   


   E

5 Ocak 2013 Cumartesi

Yalnızlık silüeti

   Merdivenlerden inerken o yalnız kandının silüeti: beni duvara yaslamış esir etmişti özgürlüğe. Açık yaralarımda yankılanan özgür kadın ruhu şiddet dolu bir şekilde bedenimin kapısı çalmadan içime doluyordu. Bana gösterdiği şiddet, bedenim de 'seni şiddetle özgür bırakıyorum' diye yankılanıyor ve vurulan prangalarla kendimi içine hapsediyordu. Gördüğüm bu şiddet o kadar iyi geldi ki bana, soğuk sular hala çok sıcaktı ve yakıyordu bedenimi. Bu sebeple özgürlüğe tutsak o yalnız kadının içinde, yalnız ruhumla benim de olmam gerektiğini fark etmem sadece bir an ile gerçek oluyordu.

   
    Gözleri ne renkti acaba diye soruyorum kendime. En başta gözlerinin rengini bu loş spot ışıklarının arasında seçmem, mum ışığının altında ki çıplak gerçekleri görebildiğim kadar kolay olmuyordu. Daha sonra da dudaklarımızla kendimizi birbirimize bıraktığımızda da, üzerimizde ki yalnızlık esintisiyle bedenimizi okşayan karanlığın ışığı gözlerimizi kısmamıza sebep oluyordu. Gözlerimizi açtığımız da ; takacak bir maske bulmak için özgürlüğümüzü feda edeceğimizi ya da takacak bir maske bulamasak da içinde yaşadığımız dünya da insanoğlunun bize vereceği bir rolu hayatımızmış gibi oynamak zorunda kalacaktık. Örneğin; çok para kazanacağımız bir iş adamı(! sanki kadınlar hiç iş yapmıyormuş gibi), çocuklarını koleje hazırlamak için uğraşıp maneviyatını ikinci plan da bırakan anne-baba ya da yalan söyleme sanatının öncüsü bir politikacı(ki poli; çok, tika;yüz olmasına rağmen) olabilir. Bu yüzden gözlerini rengini öğrenmemin biraz daha zaman alacak olması,  mum ışığının altında ki gerçekleri biraz daha çıplaklaştırıyordu.

 
    Islak omuzlarından tutup bedenini duvara yaslamam uzun sürmüyor. Artık o bar taburesin de oturan silüeti sahnede devleşen bir tiyatro sanatçısı gibi sahneye çıkartıyorum. Onu özgür bırakmam için açık yaralarında girmek isteyen ruhum bedenim de rahat duramayarak beni uyarıyordu. Bu uyarıyla ıslak boynun da yalnızlığın bir başka tadını dudaklarımda alıyor ve soluk alışverişlerinin hızının artmasının ardından vücudun da yanan son mumun sıcaklığı vücudumuza yayılıyordu. 

1 Ocak 2013 Salı

sıcak kadın soğuk sonbahar

    Yalnızlık; çığlık çığlığa, ıslak bedenlerimizden acı çekerek akıp giderken; üzerimizdeki çilek ve bira tadı gümüş renkli resimlere karışıyor ve özgür bedeninin tadı dudaklarımda sıcak nefesiyle soluk soluğa yankılanıyordu. Açık yaralarımdan akan giden yalnız ruhum bedenimden ayrılıyor ve kendisini arzulayan yalnız bedeni çok yakınında arıyor fakat bulamayarak çilek ve bira tadı  gibi, gümüş renkli resimlerde kendisine yer aramaya koyuluyor. Saf duygulardan, ön yargılardan uzak çocuksu bir özgürlük sararken bedeni ve loş kalbimizde yanan bir mum ışığı gerçekleri ortaya çıkardı. Elbette bu mum ışığının sönmesi an meselesi, her an karanlıkla yüz yüze gelebiliriz fakat daha önce hep yanından geçtiğim, farkına varamadığım gerçekleri bu kadar aydınlatan bir mum daha önce hiç yanmamıştı. O mum  sönse de; o gerçekleri bulmak için gideceğim karanlık bana aydınlık yol olacaktı. O karanlık yol  artık  gözümü kamaştırıyor ve her attığım  adımda ayak seslerim, bir kadının sessizliği gibi anlamlı oluyordu. 

   
    Artık benliğini bulmuş iki yalnızdık. Evet sadece  yalnızdık. Ne olduğumuz önemli  değildi. Ortadoğu'da; birimiz üzerine bombalar yağan Filistinli müslüman bir ailenin, birimiz nazi soykırımından kaçarak göçe zorlanan yahudi bir ailenin çocuğu olmamız önemsizdi. Fransa da Cezayirli, Hollanda da Surinamlı, Amerika da siyahi, Türkiye'de kadındık. Ne benim bilmem kaç dil bildiğim önemli yada onun bitirdiği okuldaki üst derecesi yada üzerimize doğuştan  geleneklerle yüklenen, kabul  etmek zorunda kaldığımız nedenini sorgulayamadığımız toplumsal değerler önemliydi. Dünyanın olabilecek iki farklı insanı da olabilirdik ama bizi benliğimizi bulmamızı sağlayan  sadece yalnızlıktı.
    Elini özgür bedenimde göğüs kafesimde hissettim ve beni duvara doğru itti. Başımı duvara vurduğumu ve şu  an hissedemediğim, muhtemelen daha sonra acısını  hissedeceğim bir sersemlikle üzerime soğuk sular dökülüyordu sıcacıktı, sıcak bir kadındı bu  soğuk  sonbahar.

    
     
          

20 Aralık 2012 Perşembe

aydınlık karanlık

     Gırtlağımıza kadar yalanlara gömülmüşüz, manevi değerlerden daha çok bilime inanıyor ve ruhumuzu toplumun bize dayattığı şeylerle besliyoruz, oysa aslında yavaş yavaş ölüyoruz, çünkü çevremizde neler olup bittiğini bilmiyoruz, hiç planlamadığımız şeyleri yapmak zorunda kaldığımızı, üstelik bütün bunlardan vazgeçemediğimizi, kendimizi gerçek mutluluğa, aileye,doğaya, sevgiye veremediğimizi biliyoruz. Peki, neden böyle oluyor? Çünkü sorumlu insanlar olduğumuzdan, hayatımızın geri kalan bölümünü kendimizi birbirimize adayarak yaşayabilmek için mali istikrara kavuşabilelim diye, çalışıyoruz hatta daha çok çalışıyoruz. Manevi duygularımızı maddi değerlere indirgeme yoluna gidiyoruz. 
       
     
       Bu bar tabureleri arasında yalnız bir kadın bir erkek yani ben devam ediyoruz hikayemize. Gırtlağıma kadar inen bira ve çilek tadı prangalara bağlı tutsak ruhumu özgür bırakıyor. Ruhum, tutsak kadın bedeninin içinde yalnızlığa sığınıyor. Bu soğuk sonbahar gecesi yalnızlık ateşiyle, bir yaz günü kadar sıcak ve çekici. Terlemiş elleriyle yüzüme narince dokunuyor ve sertçe kendine doğru çekiyor bedenimi. Omuzuna kadar inen saçlarının ıslak omuzlarına yapıştığını; titreyen ellerimle kolsuz badisinin yanından çıkan omuzuna dokununca anlıyorum. Elim tenine dokunur dokunmaz burnundan, tahrikkar bir nefes alıyor ve kısık gözlerime anlamlı bir bakış atıyor. 


    

      Nefesini içime çekerken yalnız insanlar kulübümüzün birkaç repliği uçuşuyor kafamda.

     + 'Gerçeklerde yalnızdır mum ışığının altında, karanlığa ulaşmaları an meselesidir.' 
     + 'Sevmekte, sevilmekte, korkmakta bir anın eseri de değil midir!' 
     + 'O karanlıkta gördüğümü sende gördün mü?' 
     + 'Evet, yürüdüm. Yürüdükçe güvendim yoluma.' 
     + 'Gerçektim artık bu karanlıklar bana ışık oldu yalnızlığıma.' 
     + 'Özgürlük bedenim de yayıldı ve esir aldı beni. Artık hiçbir duyguya yer kalmadı.' 
     + 'Beyaz güvercinler fısıldadı kulağıma uçsuz bucaksız karanlığın ışığına.' 
      
     
     Dakikalarca konuştuk dipsiz karanlık hikayelerimizi. 
     Ne işimizi, ne ailemizi, ne kendimizi biliyorduk. 
     Sadece paylaşılacak yalnızlıktı elimizdeki. 
     Sen, ben ve iki yalnız...
     

     Toplum bize dayattığı; bize kim olduğumuzu, ne istediğimizi unutturan değer yargılarını yok sayıyor ve mutlu olmak; üretmek, yeniden üretmek ve daha çok para kazanmak için çalışmak değil sadece aydınlık karanlıklardı.
     
       İliklerime kadar çektiğim son nefesimle, kokusuyla kendimden geçiyor, bedeninin tüm kıvrımlarını hissediyor ve dudaklarıyla karanlıkta aydınlık yollarda buluyorum kendimi. Tek beden olmuş iki yalnızdan birisiydi o yalnız kadın. Sırılsıklamdık bar tabureleri arasında.  Tırnaklarını bedenimin derinliklerinde hissetsem de, mazoşist bir insan olmasam da  bu acıyla aydınlanıyordum.